Şeker (Diyebet)
Diyabet nedir? Nasıl meydana gelir?
Diyabet, başta karbonhidratlar olmak üzere protein ve yağ metabolizmasını ilgilendiren bir metabolizma hastalığıdır ve kendisini kan şekerinin sürekli yüksek olması ile gösterir. Diyabet hastalarındaki temel metabolik bozukluk, kan yoluyla taşınan glükozun (şekerin) hücrelerin içine girememesidir. Normal koşullarda besinlerden elde edilen veya karaciğerdeki depolardan kana salınan glükoz pankreas tarafından salgılanan İNSÜLİN hormonunun yardımıyla hücre içine girer ve orada yakılarak enerjiye dönüşür. Hücrelerin üzerinde değişik maddelerin girmesine izin verilen kapılar vardır. Bu kapılar normalde kilitlidirler ve uygun anahtar varlığında açılırlar. Diyabet, hücrelerin üzerindeki glükoz kapısının açılamaması durumudur. Bu örnekten ilerlersek diyabet, anahtar işlevi gören İNSÜLİN hormonu yetersizliğine ve/veya insülinin etkilediği reseptörlerin (hücre kapısındaki kilidin) bozukluğuna bağlı gelişmektedir.
Kaç tip diyabet vardır? Diyabet sıklığı ne kadardır?
Nedenlerine göre bir çok diyabet tipi olmakla birlikte diyabet vakalarının çok büyük bir kısmını Tip 1 ve Tip 2 diyabet vakaları oluşturmaktadır.
Tip 1 Diyabet
Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Tip 1 diyabet, pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç (vücudun bağışıklık sisteminin kendi hücrelerini tanıyamaması) sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Mutlak veya görece bir insülin yetersizliği olduğundan hastalar ömür boyu insülin hormonunu dışarıdan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundadırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10’unu Tip 1 Diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında Tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42’sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.
Tip 2 Diyabet
Sıklıkla erişkinlerde ve şişman (obes) kişilerde görülmektedir. Tip 2 diyabetli hastalarda insülin salgılanmasındaki yetersizlikten çok dokulardaki insülin reseptörlerindeki direnç (rezistans) sonucunda glükoz metabolizması bozulmaktadır. Tip 2 diyabetin kuvvetli bir genetik yatkınlık zemininde geliştiği bilinmekle birlikte, genetik mekanizmalar tam olarak aydınlatılamamıştır. Tip 2 diyabetliler hastalıklarının başlangıcında ve sıklıkla çok uzun bir süre insülin ihtiyacı olmaksızın yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Bu nedenle Tip 2 diyabet İnsüline Bağımlı Olmayan Diyabet (Non-Insulin-Dependent Diabetes Mellitus= NIDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak erişkin nüfusta %4-8 oranında Tip 2 diyabet görülmektedir.
Diyabetin bulguları nelerdir?
Diyabete bağlı klinik bulgular vücuttaki karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasının bozulmasına bağlıdır. İnsülin eksikliği ve/veya insülin direnci nedeniyle hücrelere giremeyen glükoz belli bir serum düzeyini (180mg/dl) aştığında idrarla atılmaya başlar. Böbreklerden atılan glükoz beraberinde sıvı atılımını da arttırır ve sonuçta ÇOK VE SIK İDRAR YAPMA (POLİÜRİ) olur. Vücut, poliüri ile olan sıvı kaybını karşılamak için ÇOK SU İÇİLİR ve bu da POLİDİPSİ olarak isimlendirilir. Organizma, enerji kaynağı olarak glükozu kullanamayınca bir taraftan İŞTAH ARTAR diğer taraftan yedek enerji depoları olan yağlar ve proteinler yıkılmaya başlar ve bunun sonucunda iştah artmasına rağmen KİLO KAYBI olur. Bu klasik bulguların dışında diyabet hastalarında ÇABUK YORULMA, GÖRME BULANIKLIĞI, SIK DERİ ENFEKSİYONU, KADINLARDA VAJİNAL MANTAR ENFEKSİYONU gibi bulgular da görülür.
Diyabet tanısı nasıl konur?
Diyabet tanısı, çeşitli uluslararası kuruluşların (WHO, Amerikan Ulusal Diyabet Veri Gurubu=NDGG) belirlediği ölçütlere göre konmaktadır. Bu ölçütler:
Klasik diyabet bulguları olan bir kişide herhangi bir zamanda ölçülen plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması,
En az 8 saatlik aç (kalori almayan) bir kişide plazma şekerinin 140 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması. Yakın zamanda Amerikan Diyabet Birliği açlık kan kekeri sınırını 126 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olarak belirlemiştir.
Şeker yükleme testinde (OGTT) 2. saatdeki plazma glükoz düzeyinin 200 mg/dl'ye eşit ya da üzerinde olması.
Gizli şeker nedir?
Halk arasında gizli şeker olarak isimlendirilen durum, normal glükoz dengesi ile diyabet arasındaki metabolik durumu ifade etmektedir. Normalde açlık plazma şekerinin 110 mg/dl olması gerekmektedir. İşte açlık plazma şekerinin 110 mg/dl'nin üzerinde fakat 140 mg/dl'nin altında (yeni kriterlere göre 126 mg/dl) olması bozuk glükoz toleransı olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde şeker yükleme testi yapılan kişilerde 2. Saatdeki plazma glükoz düzeyininin 140 mg/dl'nin üzerinde fakat 200 mg/dl'nin altında olması da bozuk glükoz toleransı olarak isimlendirilmektedir. Bu durumdaki kişilerin gün boyu kan şekerleri normaldir ve diyabetin klasik bulguları görülmez. Bununla birlikte bu kişiler Tip 2 diyabet için en riskli grupta olduklarından yaşam biçimlerini yeniden düzenlemeleri gereklidir.
Diyabetin Nedenleri , Şeker Hastalığının Nedenleri
Şeker Hastalığının Nedenleri
- Pankreas Bezesinin yorulması
- Kandaki şekerin belli seviyede kalması, pankreas bezinin salgıladığı insülin hormonu ile olur.
Pankreas bezesini yoran etmenler şunlardır :
- Oburluk
- Şişmanlık
- İhtiyarlık
Pankreas Bezesinin Hastalanması
- Pankreas bezesi iltihaplanmış veya kireçlenmiştir.
- Pankreas kanseri
- Pankreasın alınması
- Pankreası etkileyen hastalıklar :
- Karaciğer ve safra kanalı iltihabı
- Kabakulak
- Frengi
- Verem
- Böbrek iltihabı ve böbrek taşları
- Tifo
- Tifüs
- Kolera
- Dizanteri
Menopoz Döneminde Diyabet
Bu dönemde kadının hormonal dengesinde değişmeler olur. Çoğu kadınlar bu dönemde şeker hastası olurlar. Dişetlerinde yanma, dişlerde çürüme, ağızda kuruluk, gözde katarakt oluşur. Bu dönemde eksilen kadınlık hormonu şu bitkilerle sağlanarak, şeker hastalığına yakalanma riski azaltılabilir ; Papatya, Ökse otu, Nergis, Adaçayı. Ayrıca, bu dönemde kilo almamaya gayret edilmelidir.
Şeker Hastalığının Tedavisi
Şeker hastalığı, bir beslenme hastalığıdır. Bu nedenle dengeli beslenmeye özen gösterilmeli, yani karbonhidrat-protein-yağ dengesi sağlanmalıdır.
Yağsız süt, yoğurt, yağsız et, balık, yumurta, patates, hububat, bakliyat yenmelidir.
Sebzelerden lahana, tere, soğan, marul, salatalık, turp, domates, patlıcan ve yerelması tavsiye edilir.
Meyvelerden ise ekşi elma, limon, greyfurt, yeşil erik, koruk gibi ekşi olanlar tercih edilmelidir.
Baharatlar vücudumuzdaki salgı bezlerine tesir ederek, onları çalıştırırlar. Bu nedenle her sofrada bulundurulmalıdırlar.
Tip 2 Diyabet Nedir , Tip 2 Diyabetin Nedenleri , Tip 2 Diyabet Hakkında
Tip 2 diyabetli kişilerin pankreası insülin üretir fakat etkili olarak kullanamazlar. Tip 2 diyabetin görülme sıklığı daha fazladır, diyabetli kişilerin %90'ı Tip 2 diyabetlidir.
Tip 2 Diyabet genellikle 40 yaşın üzerindeki kişilerde görülen diyabet tipidir. Pankreasın yeterli miktarda insülin salgılayamaması veya salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılmaması nedeniyle kan şekerinin yükselmesi durumudur. Bu tip diyabetiklerde rahatsızlık uzun yıllar klinik olarak belirti vermeyebilir. Yaşamın ileriki yıllarında araya giren bir infeksiyon, stres, ameliyat, gebelik ya da fazla kilo alınması zaten azalmış olan beta hücre rezervinin daha da düşmesine neden olarak diyabeti klinik olarak ortaya çıkarabilir.
Tip 2 Diyabet Riski Kimlerde Daha Fazladır?
Herkeste, her yerde, her yaşta diyabet teşhis edilebilir.
- Ailesinde diyabetli olanlar,
- Şişman kişiler,
- 4 kg' dan daha ağır bebek doğuran kadınlar,
- Stres altında yaşayan kişilerde diyabetin görülme riski daha yüksektir.
- Ayrıca pankreasın kronik iltihabı, pankreas tümörleri ve ameliyatları ile hipertiroidi, akromegali gibi bazı hormon hastalıkları Tip 2 diyabete yol açabilir.
Tip 2 Diyabetin Belirtileri Nelerdir?
Tip 2 diyabeti olan ve kan şekeri yüksek olan kişilerde;
- Sık idrara çıkma,
- Ağız kuruluğu,
- Çok su içme,
- Açlık hissi,
- Cilt yaralarının geç iyileşmesi,
- Kuru ve kaşıntılı bir cilt,
- Sık sık infeksiyon gelişmesi,
- Ellerde ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma görülür. Ancak bu belirtiler zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar.
Tip 2 Diyabet Tedavisinin Esasları Nelerdir?
Birinci basamak tedavi planında medikal beslenme tedavisi yani beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi, yaşam tarzının değiştirilmesi, egzersiz programlarının uygulamaya koyulması yer almaktadır. Eğer, bu tedavi planına uyulmasına rağmen kan şekeri normal sınırlar içinde tutulamazsa ağızdan hap olarak alınan şeker düşürücü ilaçlar tedaviye eklenir. Ancak bazı Tip 2 diyabetliler kan şekeri düzeyini normal sınırlar içinde tutabilmek için insüline ihtiyaç duyulabilir. Bu durumlarda uygun dozda yapılan insülin enjeksiyonları ile tedavi desteklenir.
Ağızdan şeker düşürücü hap veya insülin tedavisi alan Tip 2 diyabetlilerin haftanın belirli günlerinde kan şekerini ölçmeleri son derece önemlidir.
Diyabet Hakkında , Diyabet Çeşitleri Hakkında
Tip 1 Diyabet
Vücudumuzun enerji ihtiyacı yiyeceklerimizdeki temel besin öğeleri karbonhidrat, protein ve yağlardan sağlanır. Emilebilmek için en küçük parçalarına ayrılan bu besin öğelerinin en önemlisi "glukoz" adı verilen basit şekerdir. Glukoz başta beyin olmak üzere vücudun tüm organlarının önemli bir enerji kaynağıdır. Hücreler ihtiyacı olan glukozu, midenin arkasında bulunan pankreas bezinin salgıladığı bir hormon yardımıyla kullanır. İnsülin olarak bilinen bu hormon vücutta yapılamaz ise alınan gıdalar enerji olarak kullanılamayacaktır. İnsülin hormonunun mutlak eksikliğine bağlı olarak meydana gelen şeker hastalığına Tip 1 Diabetes Mellitus denir
Her yaşta görülebildiği gibi, sıklıkla çocukluk ve gençlik yaşlarında başlar, bu nedenle juvenil diyabet adı da verilir. Ülkemizde 4 milyonun üzerinde olduğu sanılan şeker hastalarının %10'u, yani yaklaşık 400.000 kişi bu tip şeker hastasıdır.
Tip 2 Diyabet
Erişkinlerde görülen diyabettir. Pankreas insülin üretir fakat vücut bunu gerektiği gibi kullanamaz. Daha çok 40 yaş üzeri kişilerde ortaya çıkar.
Tip 2 Diyabetin Belirtileri :
- Poliori (sık idarara çıkma)
- Polidipsi (çok su içme)
- Polifasi (çok yemek yeme)
- Kilo kaybı
- Plazma kan glukoz düzeyinin yükselmesi (açkarnına 126 mg'dan büyük ya da eşit olması)
Bunların dışındaki Tip 2 Diyabet Belirtileri:
- Yorgunluk
- Vücuttaki yaraların geç iyileşmesi
- Kuru ve kaşıntılı cilt
- Sık geçirilen enfeksiyonlar
- Bulanık görme
- Cinsel sorunlar
- Ellerde ve ayaklarda uyuşma
- Karıncalanma
- Ağız kuruluğu
Tip 2 diyabetin nedeni Tip 1 diyabette olduğu gibi tam bilinmemektedir. Fakat bazı risk gruplarında görülme olasılığı daha yüksektir.
Bunlar :
- Yaşı 40 ve üzeri olanlar
- Şişmanlar
- Ailede başka diyabet hastalığı bulunanlar
- Gebelik sırasında diyabet gelişen 4,5 kg. Daha ağır bebek doğuranlar
- Bir hastalığın veya yaralanmanın stresini yaşayanlar
- Stresli bir hayatı olanlar
- Beslenme alışkanlığı bozuk olanlar
Bu risk faktörlerinden en az iki tanesi varsa mutlaka diyabet taraması yapılmalıdır. Tip 2 diyabetin tedavisi diyet, egzersiz, eğitim ve gerekiyorsa oral olarak antidiyabetik ilaçlar veya insülin ile yapılmaktadır. Bu hastalığın tedavisi ömür boyu devam etmektedir. Bu sebeple tedavi endokrinoloji, diyabet ve metabolizma uzmanı ve diyetisyen ve diyabet hemşiresi tarafından planlanması hastalık komplikasyonlarının önlenmesi açısından çok önemlidir.
Diyabet nedir
Diyabet, vücudumuzda pankreas adlı salgı bezinin yeterli miktarda insülin hormonu üretmemesi ya da ürettiği insulin hormonunun etkili bir şekilde kullanılamaması durumun da gelişen ve ömür boyu süren bir hastalıktır. Sonuç olarak kişi, yediği besinlerden kana geçen şekeri yani glukozu kullanamaz ve kan şekeri yükselir (hiperglisemi).
Yediğimiz besinlerin özellikle karbonhidrat içeren besinlerin çoğu vücutta enerji için kullanılmak üzere glukoza dönüştürülür. Midenin arka yüzeyinde yerleşik bir organ olan pankreas, kaslarımızın ve diğer dokuların kandan glukozu alıp enerji olarak kullanmalarını sağlayan "insülin" adı verilen bir hormon üretir. Besinlerle kana geçen glukoz, insülin hormonu aracılığı ile hücrelere girer. Hücreler glukozu yakıt olarak kullanır . Eğer glukoz miktarı vücudun yakıt ihtiyacından fazla ise karaçiğerde (şeker deposu=glikojen), yağ dokusunda depolanır.
Diyabeti olmayan bir birey kan şekeri düzeyi açlık halinde 120 mg/dl, tokluk halinde (yemeğe başladıktan iki saat sonra) 140 mg/dl’nin üstüne çıkmaz. Açlıkta veya toklukta ölçülen kan şekeri düzeyinin bu değerlerin üstünde olması diyabetin varlığını gösterir.
Bir kişinin diyabetli olup olmadığı Açlık Kan Şekeri (AKŞ) ölçümü veya Oral Glikoz Tolerans Testi (OGTT) yapılarak saptanır. AKŞ ölçümü 100-125 mg/dl olması gizli şeker (pre-diyabet) sinyalidir. AKŞ ölçüm sonucunun 126 mg/dl veya daha fazla olması diyabetin varlığını gösterir.
OGTT’ de glikozdan zengin sıvı aldıktan 2 saat sonraki kan şekeri değeri önemlidir. İkinci saat kan şekeri ölçümü 140-199 mg/dl ise gizli şeker, 200 mg/dl veya daha yüksek ise diyabet tanısı konulur.
Diyabet ve Şeker
Diyabet, diğer adıyla şeker hastalığı, sık görülür ve ciddî sonuçlara yol açar. Pankreasın ürettiği insülinin yetersizliği veya etkisizliğinden kaynaklanır. İnsülin olmayınca, besinlerle aldığımız şeker ve diğer besin unsurları, ihtiyaç duyan hücrelere giremez. Böylelikle, hücreler şekersizlik çekerken, kanda şeker normal değerlerin üstüne çıkar. Kanda şekerin çok artması, zehir etkisi yaratır ve vücudun tüm hücrelerini tahrip eder.
Şeker ve İnsülin
Vücut, sürekli olarak kanda bir miktar şekere (glukoza) ihtiyaç duyar. İnsülin kan dolaşımındaki glukozu hücrelere taşımakla görevlidir. İnsülin pankreas tarafından üretilen bir hormondur. Hücrelerdeki glukoz, günlük yaşamımızı devam ettirmeyi sağlayacak enerji kaynağıdır.
Tip 1 Diyabet Nedir , Tip 1 Diyabetin Nedenleri , Tip 1 Diyabet Hakkında
Tip 1 Diyabet nedir?
Vücudumuzun enerji ihtiyacı, yiyeceklerimizdeki temel besin öğeleri karbonhidrat, protein ve yağlardan sağlanır. Emilebilmek için en küçük parçalarına ayrılan besin öğelerinin en önemlisi "glikoz" adı verilen basit şekerlerdir. Glikoz başta beyin olmak üzere vücudun tüm organlarının önemli bir besin kaynağıdır. Hücreler ihtiyacı olan glikozu, midenin arkasında bulunan pankreas bezinin salgıladığı bir hormon yardımıyla kullanır. İnsülin olarak bilinen bu hormon vücutta yapılamaz ise alınan gıdalar enerji olarak kullanılamayacaktır.
İnsülin hormonlarının eksikliği sonucu ortaya çıkan tip 1 diyabet, sıklıkla çocukluk ve gençlik yaşlarında ortaya çıktığı için "Juvenil diyabet" adını da alır.
Tip 1 diyabet pankreasta bulunan ve insülin üreten beta hücrelerinin otoimmün bir süreç sonunda zedelenmesi ile meydana gelmektedir. Hastalar, mutlak veya göreceli bir insülin yetersizliği olduğundan ömür boyu insülin hormonunu dışardan (enjeksiyon yoluyla) almak zorundandırlar. Bu nedenle Tip 1 diyabet, İnsüline Bağımlı Diyabet (Insulin Dependent Diabetes Mellitus=IDDM) olarak da isimlendirilmektedir. Genel olarak toplumdaki diyabet vakalarının %10'unu tip 1 diyabet vakaları oluşturmaktadır. Çocukluk çağında tip 1 diyabet sıklığı ülkeler (bölgeler) arasında farklılık göstermekte ve her yıl 15 yaş altındaki 100.000 çocuktan 1-42'sinde diyabet gelişmektedir. Tip 1 diyabet genel olarak kuzey ülkelerinde daha sık görülmektedir.
Tip 1 Diyabet neden olur?
Tip 1 diyabet, çoğunlukla çocuklar ve ergenlik çağındakilerde gelişir fakat yetişkinlerde de görülebilir. Çocuklukta en sık görülen kronik hastalıklardandır. Tip 1 diyabet için risk faktörleri iyi tanımlanmamıştır. Ancak tip 1 diyabetiklerin birinci derece akrabalarında genetik ve çevresel faktörlerin hastalığı tetiklediği gösterilmiştir.
Tip 2 diyabet, esas olarak yetişkinlerde görülmekteyse de dünyanın birçok yerinde ergenlik çağındaki grup için hızla büyük bir sorun olmaya başlamıştır. Tip 2 Diyabet için risk faktörleri yaşın artışı, şişmanlık (obezite), ailede diyabet öyküsü, gebelikte iri bebek ya da diyabet öyküsü, fiziksel aktivite azlığı, bozulmuş glukoz toleransı ve ırk/etnik gruptur.
Tip 1 Diyabette Acil Sorunlar Nelerdir?
Tip 1 diyabetli kişi bilimsel ve sağlıklı bir beslenme programı uygulayarak, düzenli egzersiz yaparak ve uygun insülin tedavisi ile sorunsuz bir yaşam sürdürebilir. Ancak insülini uygun teknikle, yeterli dozda ve zamanında yapmayan, beslenme tedavisine uyum sağlayamayan ve aşırı karbonhidrat tüketen ya da egzersiz yapmayı aksatan diyabetlilerde kan şekeri yükselebilir (hiperglisemi). Bunun aksine insülini aşırı dozda kullanan ya da önerilen besinleri özellikle de karbonhidrat içeren besinleri zamanında ve yeterince tüketmeyen, alkol kullanan veya aşırı egzersiz yapan diyabetlilerde kan şekeri aniden ve hızla düşebilir (hipoglisemi).
Tip 1 Diyabette Tedavi Nasıl Olmalıdır?
Tip 1 diyabetin tedavisinde değişmez kural insülin enjeksiyonudur. Bu tip şeker hastalığında insülin kullanmak bir zorunluluktur ve hayat kurtarıcıdır. Tedavinin diğer temel taşları ise sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve eğitimdir. İdeal kan şekeri düzeyinin sağlanması için gün boyu belirgin özen ve günlük bakım gerekir. Kişinin kendini iyi hissetmesi ve sağlıklı yaşam sürdürmesi için gereken bakımı hayat biçimi haline getirilmelidir.
Beslenme Tedavisinde Nelere Dikkat Edilmelidir?
Diyabette, beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesinin amacı diyabetli bireyin hayatı boyunca uygulayabileceği en ideal beslenme programını oluşturarak;
- Kan şekerini normal sınırlar içinde tutmak,
- Hiperglisemi (kan şekeri yüksekliği) ve hipoglisemi (kan şekeri düşüklüğü) gibi akut komplikasyonları önlemek,
- İdeal vücut ağırlığını sağlamak ve korumaktır.
Yukarıda amaçlara ulaşabilmek için Tip 1 diyabetli bireye;
- Bireysel özelliklerine, günlük yaşam planına, beslenme alışkanlıklarına ve insulin tedavi şemasına uygun yeterli miktarda ve uygun zamanda yemek yemesi,
- Kan şekeri kontrolü için gereksinimine uygun miktarlarda karbonhidrat içeren besinleri tüketmesi,
- Besin tüketiminde çeşitliliği sağlaması,
- Besinlerle alınan posa miktarını arttırması,
- Basit şekerleri (toz ve kesme şeker, bal, tatlı, meyve suyu v.s.) diyetisyen kontrolünde tüketmesi önerilir.
Diyabet Ciddi Bir Hastalık mıdır?
Evet. Diyabet hayat boyunca süren bir durumdur. Uygun medikal beslenme tedavisi, medikal tedavi, egzersiz ve eğitim olarak tanımlanan tedavi kriterleri olmazsa, kan şekeri kontrol altına alınamaz bunun sonucunda da komplikasyonlar (kalp ve böbrek hastalığı, körlük, iktidarsızlık ve bacakların amputasyonu) gelişir. Ancak önerilen tedaviye uygun davrananlar hiç sorunsuz, komplikasyonsuz, normal günlük yaşantılarını sürdürebilirler.
Gestasyonel Diyabet
Gebelikte çıkan diyabet, yani tıp dilinde “Gestasyonel Diyabet” ilk defa gebelik sırasında saptanmış kan şekeri yüksekliğidir. Gestasyonel Diyabetli’ de gebelik öncesinde diyabet yoktur.
Günümüzde “Gestasyonel Diyabet” görülme oranı yüzde 2-4 olduğundan, her gebeye, özellikle riskli olanlara gebeliğin 24. ve 28. haftaları arasında tarama testi uygulanması gerekir.
Bu tarama testinde kişiye önce 50 gr şeker yüklemesi yapılır. Test, günün herhangi bir saatinde suda eritilen 50 gr şeker alındıktan 1 saat sonraki kan şekeri değerine bakılmasından ibarettir. Sonuç, 140 mg/dl’ nin altında ise gebede “Gestasyonel Diyabet” yoktur, eğer kan şekeri 140 mg/dl’nin üzerinde ise gebeye 100 gr’lik ikinci bir şeker yüklemesi yapılır. Bu testte ise kan şekeri değerleri başlangıçta: 95 mg/dl, 60 dakikada; 165 mg/dl, 120 dakikada; 145 mg/dl, 180. dakikada: 125 mg/dl değerlerinin altında olmalıdır. Bu değerlerden ikisi yüksekse kişiye “Gestasyonel Diyabet” tanısı konur.
Bu basit testlerin yapılmasının önemi çok büyüktür, özellikle 100 yıl kadar önce, gebe diyabetiklerin çoğunun bebeklerinin, bir kısmının da kendi yaşamlarının kaybettikleri düşünülürse, annenin glukoz düzeylerindeki artış, anne karnındaki bebek (fetus) açısından büyük önem taşır. Fetus plasenta yoluyla anneden aldığı besinler (glukoz, aminoasit ve yağ asitleri) ile beslenir. Annenin karnında yükselen şeker miktarı, direkt olarak bebeğe yansır ve fetusta glukoz fazlalığı oluşur. Bebek bu duruma yaptığı insülini artırarak karşılık verir. İnsülin bebekte büyümeyi uyaran bir hormondur. Fetal insülinin gebeliğin 24-28. haftalarından itibaren artışı, bebeğin büyümesini hızlandırır ve doğum ağırlığını 4000 gr’ın üzerine çıkar. İri bebek (Makrosomi) olarak adlandırılan bu tablo bebek açısından pek çok risk taşır. Doğum sırasında oluşabilecek omuz çıkıkları, sinir yaralanmaları, solunum sıkıntısı, şeker düşüklüğü, sarılık bu sorunlardan bazılarıdır, ancak hem geliştirilen yeni testler hem de insülinin keşfi ve yaygın kullanımı sayesinde anne ve bebeklerinin karşılaştığı birçok risk ortadan kalkmıştır.
Gestasyonel Diyabette Hedef Kan Şekeri Düzeyi Ne Olmalıdır?
Gestasyonel diyabetli bir annede amaç, açlık kan şekerini 90 mg/dl, yemekten 2 saat sonraki tokluk şekerini ise 120 mg/dl’nin altında seyretmesini sağlamaktadır. Bu amaçla, kişiye önce özel bir beslenme planı uygulanır ve kan şekeri bir hafta boyunca izlenir. Eğer bu süre içinde şeker değerleri belirtilenin üzerine çıkıyorsa, hemen insülin tedavisine başlanmalıdır. Bu dönemde anne mutlaka bir şeker ölçme cihazı almalı ve kan şekerinin her öğünden önce, öğünlerden 2 saat sonra ve yatarken olmak üzere günde 7 defa ölçmelidir. Ölçüm sıklığı haftada en az iki gün olmalıdır. Ölçülen değerler bir günlüğe kaydedilmelidir. Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişimi için bu önlemlerin alınması gerekir.
Doğumdan Sonra
Doğumdan hemen sonra insülin direnci ortadan kalkar ve diyabet düzelir. İnsülin kullanan annede, doğum sonrası şeker ölçülmeli ve insülin tedavisi kesilmelidir. Aksi halde, ciddi kan şekeri düşüklüğü (hipoglisemi) meydana gelebilir. Ancak, nadiren de olsa, doğumdan sonra diyabet kalıcı olabilir. Bu durumda, anne süt verdiği sürece, insülin tedavisi sürdürülür. Daha sonraki tedavi şekline diyabet uzmanı karar verecektir.
Gizli Şeker , Gizli Şeker nedir , Pre-Diyabet
Gizli Şeker (Pre-diyabet) Nedir?
Eğer bir kişinin kan şekeri düzeyi normalden yüksek olmasına karşın diyabet tanısı koymaya yeterli yükseklikte değilse bu durumda kişi pre-diabetik (gizli şeker hastası) olarak tanımlanır.
Diyabet Önleme Programına katılan pre-diyabetiklerin %11’inde diyabet gelişmiştir. Bazı çalışmalar pre-diyabetik çoğu kişide 10 yıl içinde Tip 2 diyabet geliştiğini saptamıştır. Yani Pre-diyabet Tip 2 diyabete adaylık durumudur.
Pre-diyabetli bireylerde kardiyovasküler hastalık riski kan şekeri normal olan bireylere kıyasla 1.5 kat daha fazladır. Diyabetli bireylerde ise 2-4 kat fazladır.
Pre-diyabetli bireyler yaşam tarzı değişiklikleri sayesinde prediyabetli olmayı önleyebilir ve geçiktirebilir.
Pre-diyabet, Bozulmuş Glikoz Toleransı veya Bozulmuş Açlık Glikozu Aynı Anlamda mıdır?
Evet. Doktorlar bazen yükselmiş kan şekeri düzeylerini ifade eden bu durumları kullanılan teste bağlı olarak bozulmuş glikoz toleransı veya bozulmuş açlık glikozu olarak tanımlarlar.
Pre-diyabetli Olup Olmadığım Hangi Testler ile Belirlenir?
Doktorlar pre-diyabeti belirlemek için açlık kan şekeri veya oral glikoz tolerans testi (OGTT) kullanabilirler. Her iki test içinde bir gece boyu süren açlık gereklidir. Açlık kan şekeri için kahvaltı yapmadan önce kan şekeri ölçülür. OGTT’ de ise açlık ve glikozdan zengin içeçek içildikten sonra 2. saatte tekrar şeker ölçümü yapılır.
Açlık Kan Şekeri Testi, Diyabet veya Pre-diyabeti Nasıl Belirler?
Normalde açlık kan şekeri 100 mg/dl’nin altındadır. Eğer kişide pre-diyabet varsa açlık kan şekeri 100-125 mg/dl arasındadır. Eğer kan şekeri 126 mg/dl veya daha yüksekse birey diyabetlidir.
OGTT ile diyabet veya Pre-diyabet Nasıl Saptanır?
OGTT’ de, bireyin kan şekeri açlıktan sonra ve glikozdan zengin içecek içildikten 2 saat sonra ölçülür. Normal kan şekeri 2. saatte 140 mg/dl’ nin altındadır. 2.saat kan şekeri 140-199 mg/dl arasında ise pre-diyabet, 2. saat kan şekeri 200 mg/dl’ nin üstünde ise diyabet tanısı konulur.
Açlık Kan Şekeri Testi veya OGTT, Hangi Test Pre-diyabetin saptanması için Daha Uygundur?
Her iki test de pre-diyabetin saptanması için uygun testlerdir.
Pre-diabetim Varsa Bunu Mutlaka Bilmem Gerekir mi?
Eğer pre-diyabetiniz olduğunu bilirseniz Tip 2 diyabetli olmanızı önleyecek önlemleri zamanında alma şansınız olur. Çalışmalar ağırlık kaybını sağlayan ve fiziksel aktiviteyi artıran diğer bir ifade ile gerekli yaşam tarzı değişikliklerini yapan pre-diyabetli bireylerin, %58 oranında Tip 2 diyabetli olmayı önleyebildiğini veya geciktirebildiğini göstermiştir.
Pre-diyabet Tedavisi Nasıl Yapılır?
Bireysel bir beslenme tedavisi ve haftanın 5 günü günde 30 dakika düzenli yürüyüş şeklinde yapılan egzersiz programı sonucunda, vücut ağırlığının ılımlı olarak azalması (% 5-10) ile pre-diabetten diyabete geçiş önlenebilmekte veya geçiktirilebilmektedir.
Eğer pre-diabetiniz var ise pre-diyabeti olmayanlara kıyasla kalp hastalığı veya inme riskiniz %50 artmıştır. Bu nedenle kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili risk faktörlerini (sigara içmek, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol gibi) bilmeniz gerekmektedir. Eğer risk faktörlerinden birine veya birkaçına sahipseniz bu faktörlerin tedavi edilmesi de son derece önemlidir.
Kimlerin Pre-diabet Tanısı için Test Yaptırması Gereklidir?
Şişman ve 45 yaşın üstünde iseniz pre-diabetli olup olmadığınızı öğrenmek için test yaptırmanız gereklidir. Eğer vücut ağırlığınız normal ise ve 45 yaş civarında iseniz testi yaptırmanın sizin için uygunluğunu doktorunuza danışınız.
45 yaşından genç erişkinlerde ve şişman bireylerde diyabet ve pre-diyabet yönünden risk faktörlerinin varlığı araştırılır. Bu risk faktörleri: yüksek tansiyon, düşük HDL-kolesterol düzeyi, yüksek trigliserid düzeyi, ailede diyabet varlığı, gestasyonel diyabet, 4,5 kg üzerinde bebek doğumu öyküsü olmasıdır.
Diyabetin Kontrolü , Şeker Hastalığının Kontrolü ve Takibi
Kan şekeri ölçümü diyabetin izlenmesinde son derece önem taşıyor. Kan şekerindeki iniş çıkışların düzenli olarak takip edilmesiyle hem günlük yaşam daha da kolaylaşıyor, hem hekime medikal tedavide, hem de diyetisyene medikal beslenme tedavisinde yardımcı olunabiliyor. Özellikle son yıllarda teknolojinin ceplere sığdırdığı şeker ölçüm aletleri ile günde birkaç dakikanızı ayırarak kan şekerinizi kendiniz ölçmemiz mümkün.
Evde kan şekeri izleniminin başlanmasını diyabet tedavisinde devrim olarak nitelendirilmekte. Kan şekeri ölçümü, en başta diyabetli insanların hastalıklarını kontrol altında tutmak için hastane de harcadıkları zamanının azalmasına yardımcı oldu. Bununla birlikte, diyabetli kişi ve diyabet tedavisinde yer alan sağlık uzmanları için bir dizi uyum ve tedavi sorununa da yol açtı.
Diyabet tedavisinde sürekli kan şekeri takipleri, hekimin medikal tedaviyi planlamasında yardımcı. Çünkü, sürekli takipler, kan şekerinin aşağı-yukarı inip çıkarken yaptığı rahatsızlıkları önlemede avantaj sağlıyor. Böylece, bir yandan oluşabilecek ani şeker düşmesi (hipoglisemik reaksiyonlar) ya da gelişebilecek ani şeker yükselmesi sonucu asidoz tablosunun önüne geçilmiş oluyor.
İki önemli çalışma (Diyabet Kontrol ve Komplikasyon Çalışması ve İngiltere Prospektif Diyabet Çalışması) diyabetle ilişkili komplikasyonların azaltılması için kan glukoz düzeylerinin hedef alınması gerektiğini açık bir şekilde gösteriyor. Pek çok ülke, diyabette glukoz kontrolünde %7’nin altında HbA1c düzeyi gibi katı hedefler koyuyor.
Diyabet tedavisinde, bu hedeflere ulaşılmak için öncelikli açlık glukoz düzeyleri hedef alınıyor. Ayrıca, son çalışmalar öğün öncesi ve / veya sonrası glukoz düzeylerinin de önemli olduğunu vurguluyor. Bu, temelde Tip 2 diyabetli kişilere yoğunlaşan son bir çalışmayla destekleniyor ve bu çalışma özellikle hastalığın erken evreleri boyunca öğün sonrası kan glukoz (öğünden 2 saat sonra ölçülen kan şekeri) düzeylerinin HbA1c değerleri üzerinde önemli bir etkisinin olduğunu ileri sürüyor.
Kan şekerini olabildiğince normale yakın tutmak gerekli
Kan şekeri gün boyu devamlı olarak değişim gösterse de, kan şekerini olabildiğince normale yakın değerlerde tutmak gerekir. Gün içinde kan şeker değerindeki oynamalar, okyanusların iskelede yükselmesi ve alçalması ile karakterize gel-git olayına benzetilebilir. Herhangi bir günkü kan şekeri ölçümü ise, iskeleye vuran suların o anki durumunu gösteren bir fotoğraf gibidir. Sizin de görebileceğiniz gibi bu fotoğraf, suların gerçek düzeyini hiçbir zaman göstermeyecektir, tıpkı tek bir kan şekeri ölçümünün fazla bir şey ifade etmediği gibi. Tek bir kan şekeri ölçümü, tedavinin düzenlenmesinde yardımcı olamaz.
Eğer diyabetli bir kişi kendini iyi hissetmiyorsa, o an yapılacak bir test ile bu hissettiklerinin kan şekeri düşüklüğünden mi, yoksa yüksekliğinden mi kaynaklandığını gösterecektir. Hatta bazı dönemlerde fiziksel olarak bir değişim yaşanmasa da kan şekeri düzeyi o kadar iyi olmayabilir. Kan şekerinin hafif yükseldiği durumlarda diyabetli iyi şeyler hissedebilir ve sorunu fark etmeyebilir. Ancak ne yazık ki, bu seviyeden daha yükseğe çıktığında yaşanan tablo değişir ve uyku hali, yorgunluk gözlenebilir. Hatta ketozise, sonra da ketoasidoza kadar gidebilir. Bu noktada durumu erken fark etme problemi daha başında çözmeye yarar.
Sonuç için 1-2 dakika yeterli
Başta da belirttiğimiz gibi, diyabetli kişinin günde sadece birkaç dakikasının ayırarak kan şekerini kendisinin takip etmesi son yıllarda diyabet takibindeki en önemli ilerlemelerden biri olarak gösteriliyor. Bu gelişme sayesinde diyabetin tedavi planlaması kökünden değişime uğradı. Evde kan şekeri testi ile kişiler kendi diyabetlerini kontrol altına alarak, kendi metabolik durumunu anında öğrenebiliyor ve en önemlisi, diyabet tedavisinde ve yönetiminde pasif olmaktan çıkıp doktorlar ve diğer sağlık personelinden oluşan takımın bir parçası haline geliyor.
Kan şekerinin kontrolü sırasında, iki önemli noktayı hatırlamakta fayda var. Kan şekerindeki dalgalanmalar, birçok diyabetlinin aklını karıştırır. Kan şekeri, açlıkta düşük, tokluğun ilk yarım saati ile bir saati arasında en yüksek değerine ulaşır. Bir saatten sonra zamanla düşer.
On-onbeş yıl öncesine dek bir diyabetlinin kendi kan şekeri ölçümünü yapmak mümkün değildi. Diyabetliler, idrar şeker testi ile izleniyordu. Ancak burada önemli bir ayrıntı bulunmaktaydı, idrarda şeker, kan şekeri kanda yükseldikten bir süre sonra çıkabilir. Daha önemlisi idrarda şeker testi, normal sınırın altındaki kan şekeri hakkında (örneğin hipoglisemide) bilgi vermez.
Diyabet; kandaki glukoz konsantrasyonunun normalden yüksek olması ile kendini belli eden bir metabolizma hastalığıdır. Bunun nedenini anlayabilmek için vücudumuzun gerekli enerjiyi nasıl sağladığını bilmemiz gerekir. Her yemekte nişasta veya şeker alarak karbonhidrat tüketiriz. Sindirim sırasında karbonhidratlar glukoz ve diğer elemanlarına dönüşür ve bağırsaklardan emilerek kan dolaşımına katılır. Hücreler kan dolaşımı ile gelen glukozu alarak enerjiye dönüştürürler. Ancak glukozun hüçre içine girmesi için bir hormona ihtiyaç vardır. İşte bu hormon insülindir. Yemeklerden sonra kandaki glukoz düzeyi artar. İnsülin hormonu sayesinde glukoz hüçre içine alınır ve enerjiye çevrilir. Böylece kanda glukoz seviyesi düşer. Eğer insülin hormonu hiç üretilmiyorsa veya gerekenden az üretiliyorsa ya da glukozun hücre içine girmesini sağlamıyorsa kanda glukoz ( kan şekeri ) düzeyi artar. Bu durumda şeker hastalığı ortaya çıkar.
Diyabetin bazı erken belirtileri vardır. Kan şekeri yüksek olan kişilerde başlangıçta yorgunluk, halsizlik,iştahsızlık, sık idrara çıkma, susama, yara ve berelerin uzun zamanda iyileşmesi gibi belirtiler vardır. Eğer ailenizde şeker hastası olan varsa bu hastalığa yakalanma riskiniz daha fazladır. Bu belirtilerle doktorunuza başvurduğunuz taktirde doktorunuz kan şekerinizin de belirlenmesini isteyecektir.
Hipoglisemi nedir , Kan Şekerinin Düşmesi , Kan Şekeri Düşüklüğü
Hipoglisemi Nedir ( Kan Şekeri Düşüklüğü )
Hipoglisemi Nedir
Kan şekerinin normal sayılan sınırın altına inmesine hipoglisemi denir. Bir çok insan tarafından öyle sanılsa da sık rastlanan bir olay değildir ve daha çok insülin veya ağızdan şeker düşürücü ilaç alanlarda görülür. Diğer bir deyişle; Kan şekeri düzeyinin 50 mg/dl veya altına düşmesi hipoglisemi olarak tanımlanır. Hipogliseminin oluşumuna zemin hazırlayacak nedenler ortadan kaldırıldığında hipoglisemi riski de uzaklaştırılmış olur, Aksi takdirde insülin veya oral antidiyabetik ilaç kullanan herkeste hipoglisemi görülebilir.
Hipoglisemi Nedenleri , Hipogliseminin Görülme sıklığı , Hipogliseminin Risk faktörleri
Çok fazla insülin veya ağızdan alınan şeker düşürücü ilaçlardan, az yemekten veya fazla hareketten olabilir. Şeker hastası olamayanlarda hipoglisemi bazı urlar veya aç karnına alınan alkolden kaynaklanabilir. Addison Hastalığı ( böbrek üstü bezi yetmezliği ) da hipoglisemiye neden olur.
- Gereğinden fazla insülin veya oral antidiyabetik kullanmak,
- Yemekleri ve ara öğünleri düzensiz saatlerde yemek
- Öğünlerde gereksinimden az karbonhidrat almak
- İlaçları yanlış zamanda kullanmak,
- Her zamankinden fazla egzersiz yapmak,
- Alkol kullanmak,
- Kadınlarda adet kanamasının başlaması,
- İnsülin enjeksiyonlarının yerini değiştirmek,
- Sindirim güçlüğü, mide boşalmasının gecikmesi,
- Soğuk/ılık ortamdan çok sıcak ortama geçmek.
Hipogliseminin Belirtileri
Belirtiler kişiden kişiye değişmekle beraber en sık görülenler şunlardır : Halsizlik Titreme Baş dönmesi Soğuk ter boşanır Cilt kül rengi veya soluktur Sinirlilik Açlık hissi Bulanık görme Yürümede zorluk Eller ve ayaklarda karıncalanma Bilinç kaybı ( bazı vakalarda ) çocuklarda kasılmalar ve yaşlılarda felç ( ender olarak )
Hipoglisemi Hastalığının Tanı / Teşhis
Hipoglisemi ( kan şekeri düzeyinde düşüklük ) teşhisi, kan şekerinin ölçülmesine ve pankreas işlevleri incelenmesi ile ilgili deneylere dayanır ( ağızdan ve damardan şeker yükleme testleri, damar içi tolbütamit testi, insüline dayanıklılık testi vs. )
Hipogliseminin Tedavisi
Hipogliseminin acil olarak tedavi edilmesi gerekir. Tedavi her şeyden önce, kas içine glukagon iğnesi ( kan şekerini yükseltir ) yapmaya, hemen sonra da hastanın şeker almasına dayanır. Olanak varsa şeker ağızdan verilmelidir; olanak yoksa, damar içine damla damla yoğun şeker eriyiği verilmesine başvurulmalıdır.
Hipoglisemi Tedavisinde 15/15 Kuralı Nedir?
Eğer kan glikoz düzeyi 70 mg/dl’nin altında ise 15 g karbonhidrat (basit şeker) alınır, hareket etmeden ve başka bir besin yemeden 15 dakika beklenir ve 15. dakikada tekrar kan şekeri ölçülür. Hipoglisemiyi tedavi ettikten 15 dakika sonra kan şekeri 80 mg/dl’nin altında ise tekrar 15 g karbonhidrat (nişastalı besin) tüketilir.
Hipoglisemiyi tedavi ettikten 15 dakika sonra kan şekeri 80 mg/dl’nin üstünde ise bir sonraki öğün zamanı düşünülmelidir. Eğer bir sonraki öğüne 1 saat veya daha fazla bir süre var ise tekrar 15 g karbonhidrat (nişastalı besin) tüketilir.
Hipoglisemi Tedavisi için Alınması Gereken Tedbirler Nelerdir?
Hipoglisemi tedavisi için gerekli olan en önemli tedbir, diyabetlinin yanında, iş yerinde, çantasında, arabasında kesme şeker veya glikoz tabletlerini bulundurmasıdır.
Diyabetlinin çevresindeki insanlar hipoglisemisi olan diyabetlide ki huzursuzluk, solukluk, terleme, dalgınlık ve davranış bozukluğunu fark edebilirler. Bu nedenle gerek diyabetli kişinin, gerek çevresinin (aile, okul arkadaşları, öğretmenleri gibi) hipoglisemi belirtileri ve tedavisi konusunda bilgilendirilmesinde son derece yarar vardır. Ayrıca diyabetlinin yanında taşıyacağı diyabet kartı da, hipoglisemideki alınacak acil önlemleri içermelidir.
Yaşadığınız bir hipoglisemi atağından sonra bu hipogliseminin nedeni neydi? Hangi etkiler bu durumu yaşamanıza sebep oldu? gibi soruları kendinize sorduğunuzda ve bulduğunuz nedeni daha sonra tekrarlamadığınız taktirde hipoglisemi riskinden uzaklaşmış olursunuz.
Hipoglisemiyi Farketmeme Nedir?
Bazı kişilerde hipoglisemi belirtisi olmayabilir ancak kan şekeri ölçüldüğünde hipoglisemi olduğu saptanabilir. Bu problem ‘hipoglisemiyi farketmeme’ olarak isimlendirilir.
Hipoglisemiyi farketmeme her diyabetlide olmaz, daha çok uzun yıllardır diyabetle yaşayan bireylerde görülür. Nöropati (sinir hasarı), sıkı glisemi kontrolü, bazı kalp ve tansiyon ilaçları hipoglisemiyi farketmeme nedeni olabilmektedir.
Hipoglisemiyi farketmeyen diyabetlilerin sık kan şekeri ölçümü yapması ve belirti olmamasına karşın ölçüm sonucunda hipoglisemi saptanırsa derhal hipoglisemi tedavisini yapmaları gerekir.
Hiperglisemi nedir , Kan Şekerinin Yükselmesi
Hiperglisemi Nedir ?
Hiperglisemi kanda şekerin normalin çok üstünde bulunması anlamına gelen tıbbi bir terimdir. Kan şekerinin normal sınırların üzerine çıkmasının sebepleri, ilaçların gerektiği kadar alınmaması, çok fazla yemek yemek, egzersiz yapmamak ve bir başka hastalığın oluşması ya da stres gibi durumlardır.
Hiperglisemide görülen en önemli belirtiler, her zamankinden daha fazla susamak ve acıkmak, sıkça idrara çıkmak, deride kuruluk ve kaşıntı, bulanık görmek ve yaraların yavaş iyileşmesidir.
Tedavide mutlaka diyete dikkatli bir şekilde uymak, ilaçları zamanında kullanmak, egzersizleri düzenli bir şekilde sürdürmek ve düzenli olarak kan şekerini ölçtürmek esastır.
Hiperglisemiye genellikle aşağıdaki olaylar neden olur;
• Yeterli miktarda insülin enjekte etmemeniz
• Başka bir nedenle hastalanmanız
• Çok fazla yemek yemeniz
• Her zamanki eksersizinizi yapmamanız
Eğer Sizde Hiperglisemi çıkarsa ne olur?
Eğer aşağıdaki belirtiler varsa kan şekerinizi mutlaka kontrol edin.
• Her zamankinden daha fazla susarsanız
• Her zamankinden daha fazla acıkırsanız
• Sık sık idrar yaparsanız
• Gece boyunca idrar yapmak için uyanırsanız
• Kendinizi her zamankinden daha yorgun ve uykulu hissederseniz
• Bulanık görürsünüz
• Kesikleriniz ya da yaralarınız yavaş iyileşir
Eğer Hipergliseminiz olduğunu düşünüyorsanız ne yaparsınız?
Özellikle eğer kan şekerinizi düzenli bir şekilde kontrol etmiyorsanız mutlaka doktorunuzu aramalısınız. Her zamanki günlük diyabet tedavisi uygulamanıza dönmeniz, kan şekeri yükselmesinin en iyi tedavi yöntemidir.
Şu bakımlardan emin olun.
Diyetinize titizlikle uymalısınız,
Diyabet ilaçlarınızı ( ağızdan alınan veya insülin ) zamanında ve doğru olarak kullanmalısınız,
Düzenli fizik eksersizleri yapmalısınız,
Her gün kan şekerinizi ölçmelisiniz.
Sizin için geçerli olan kan şekeri seviyelerinizi doktorunuzdan mutlaka öğrenerek kontrol edebileceğiniz bir yere kaydedin.
Diyabet Sözlüğü , Diyabet Terimleri
Alfa hücreleri: Pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan ve glukagon üreten hücreler
Aseton: Vücut yağlardan enerji elde ettiğinde ortaya çıkan ve ketonlar olarak adlandırılan maddelerden biri
Aspartam: Düşük kalorili yoğun bir tatlandırıcı
Balayı dönemi: İnsülin tedavisine başlandıktan kısa bir süre sonra dozunun azaltıldığı dönem
Berrak insülin: Kristalize insülin
Beta blokerler: Stres hormonlarının kalp damar sistemi üzerindeki etkilerini bloke eden ilaçlar
Beta hücreleri: Pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan ve insülin üreten hücreler
Diyabet: Yüksek kan şekeri ile karakterize pankreas rahatsızlığı
Diyabet komplikasyonları: Yeterli düzeyde kontrol edilemeyen kan şekerinin kısa ve uzun vadeli olumsuz sonuçları
Diyabetik amyotrofi: Diyabete bağlı olarak belli sinirlerin hasarı sonucu bacaklarda ağrı ve/veya güç kaybı ile seyreden nadir bir durum.
Diyabetik koma: Genellikle ketoasidoz ve bilinç kaybı ile birlikte bulunan aşırı kan şekeri yükselmesi sonucu görülen bilinç yitimi
Diyabetik nefropati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan böbrek rahatsızlıkları
Diyabetik nöropati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan sinir sistemi rahatsızlıkları
Diyabetik retinopati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan göz rahatsızlıkları
Enjektör: İğne yapmaya yarayan cihaz
Fruktoz: Doğal olarak meyvelerde bulunan şeker
Gestasyonal diyabet: Gebelik sırasında oluşan şeker hastalığı
Glikojen: Karbonhidratların karaciğerde depolanma şekli
Glikolize hemoglobin: Kan şekeri kontrolünün ne kadar "yeterli" olduğunu gösteren kriterlerden biri
Glikoz: Karbonhidratların sindirimi sonu açığa çıkan bir şeker türü
Glikoz tolerans testi: Diyabet tanısı için kullanılan test
Glikozüri: İdrarda glikoz bulunması
Glokom: Göz küresinin içindeki basıncın artmasına neden olan hastalık
Glukagon: Kan şekerini yükselten ve pankreasın alfa hücrelerinde üretilen bir hormon
Hemoglobin: Alyuvarlardaki renk veren madde, glikozun bağlandığı bölüm
Hiperglisemi: Kan şekerinin yükselmesi
Hipoglisemi: Kan şekerinin düşüklüğü
Hormon: İç salgı bezlerinden kana verilen protein yapısındaki madde
İmpotans: İktidarsızlık
İnsülin: Kan şekerini dengeleyen ve pankreasın beta hücrelerinden salınan hormon
İnsülin reaksiyonu: Kan şekeri düşmesinin diğer adı
İntradermal: Cilt içine
İntramusküler: Kas içine
Kalori: Enerji veya ısı ölçü birimi
Ketoasidoz: İnsülin eksikliğine bağlı olarak yağların yakılmasının sonucunda keton ve asit oluşumu ile seyreden ciddi bir durum.
Keton: Enerji elde etmek üzere vücuttaki yağlar kullanıldığında açığa çıkan asit yapısındaki madde
Ketonüri: İdrarda aseton ve keton bulunması
Ketoz: Kanda keton cisimciklerinin aşırı artması
Lipoatrofi: İğne yapılan yerde yağ dokusunun azalması
Pankreas: Sindirim sistemine dahil olan ve insülin salgılayan, midenin arkasında yer alan bez
Sakarin: Kalori içermeyen sentetik bir tatlandırıcı
Sülfonilüreler: Pankreasın insülin salgılanmasını uyararak kan şekerini düşüren haplar
Tip 1 Diyabet: Yalnızca diyet veya haplarla tedavi edilmeyen insüline bağımlı diyabet
Tip 2 Diyabet: İnsüline bağımlı olmayan diyabet
Toksemi: Toksinlerin (zehirlerin) emilimi sonucunda vücudun zehirlenmesi
Diyabet Sözlüğü , Diyabet Terimleri
Alfa hücreleri: Pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan ve glukagon üreten hücreler
Aseton: Vücut yağlardan enerji elde ettiğinde ortaya çıkan ve ketonlar olarak adlandırılan maddelerden biri
Aspartam: Düşük kalorili yoğun bir tatlandırıcı
Balayı dönemi: İnsülin tedavisine başlandıktan kısa bir süre sonra dozunun azaltıldığı dönem
Berrak insülin: Kristalize insülin
Beta blokerler: Stres hormonlarının kalp damar sistemi üzerindeki etkilerini bloke eden ilaçlar
Beta hücreleri: Pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan ve insülin üreten hücreler
Diyabet: Yüksek kan şekeri ile karakterize pankreas rahatsızlığı
Diyabet komplikasyonları: Yeterli düzeyde kontrol edilemeyen kan şekerinin kısa ve uzun vadeli olumsuz sonuçları
Diyabetik amyotrofi: Diyabete bağlı olarak belli sinirlerin hasarı sonucu bacaklarda ağrı ve/veya güç kaybı ile seyreden nadir bir durum.
Diyabetik koma: Genellikle ketoasidoz ve bilinç kaybı ile birlikte bulunan aşırı kan şekeri yükselmesi sonucu görülen bilinç yitimi
Diyabetik nefropati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan böbrek rahatsızlıkları
Diyabetik nöropati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan sinir sistemi rahatsızlıkları
Diyabetik retinopati: Şeker hastalığı seyrinde ortaya çıkan göz rahatsızlıkları
Enjektör: İğne yapmaya yarayan cihaz
Fruktoz: Doğal olarak meyvelerde bulunan şeker
Gestasyonal diyabet: Gebelik sırasında oluşan şeker hastalığı
Glikojen: Karbonhidratların karaciğerde depolanma şekli
Glikolize hemoglobin: Kan şekeri kontrolünün ne kadar "yeterli" olduğunu gösteren kriterlerden biri
Glikoz: Karbonhidratların sindirimi sonu açığa çıkan bir şeker türü
Glikoz tolerans testi: Diyabet tanısı için kullanılan test
Glikozüri: İdrarda glikoz bulunması
Glokom: Göz küresinin içindeki basıncın artmasına neden olan hastalık
Glukagon: Kan şekerini yükselten ve pankreasın alfa hücrelerinde üretilen bir hormon
Hemoglobin: Alyuvarlardaki renk veren madde, glikozun bağlandığı bölüm
Hiperglisemi: Kan şekerinin yükselmesi
Hipoglisemi: Kan şekerinin düşüklüğü
Hormon: İç salgı bezlerinden kana verilen protein yapısındaki madde
İmpotans: İktidarsızlık
İnsülin: Kan şekerini dengeleyen ve pankreasın beta hücrelerinden salınan hormon
İnsülin reaksiyonu: Kan şekeri düşmesinin diğer adı
İntradermal: Cilt içine
İntramusküler: Kas içine
Kalori: Enerji veya ısı ölçü birimi
Ketoasidoz: İnsülin eksikliğine bağlı olarak yağların yakılmasının sonucunda keton ve asit oluşumu ile seyreden ciddi bir durum.
Keton: Enerji elde etmek üzere vücuttaki yağlar kullanıldığında açığa çıkan asit yapısındaki madde
Ketonüri: İdrarda aseton ve keton bulunması
Ketoz: Kanda keton cisimciklerinin aşırı artması
Lipoatrofi: İğne yapılan yerde yağ dokusunun azalması
Pankreas: Sindirim sistemine dahil olan ve insülin salgılayan, midenin arkasında yer alan bez
Sakarin: Kalori içermeyen sentetik bir tatlandırıcı
Sülfonilüreler: Pankreasın insülin salgılanmasını uyararak kan şekerini düşüren haplar
Tip 1 Diyabet: Yalnızca diyet veya haplarla tedavi edilmeyen insüline bağımlı diyabet
Tip 2 Diyabet: İnsüline bağımlı olmayan diyabet
Toksemi: Toksinlerin (zehirlerin) emilimi sonucunda vücudun zehirlenmesi
Diyabetlilerin Psikolojik Durumu , Şeker Hastalarının Psikolojik Durumu
Diyabet, yaşam boyu süren ve hastayı olduğu kadar yakınlarını da ilgilendiren bir hastalıktır. Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi, sürekli tedavi gerektirmesi, çok sayıda ilaç kullanımı, bir çok organı etkileyip komplikasyonlara neden olması, hastada psikolojik bozukluklara neden olur ve depresyona eğilimi arttırır.
Beyinin enerji kaynağının glikoz olduğu düşünülürse, hipoglisemi durumlarında, sinirlilik, tahammülsüzlük, kişilik değişikliklerinin olması olayın fizyolojik boyutunu da ortaya koymaktadır. Hem fizyolojik hem de psikolojik bu faktörler hasta yakınlarına anlatılmalı ve hastaya destek olmaları öğütlenmelidir.
Çocuk veya çok yaşlı hastalarda, kan şekeri ölçümü, insülin uygulaması gibi konularda aile ve yakın çevresi (okul vb.) tıbbi yardım da yapacağından, bu konularda da yeterli eğitim kendilerine verilmeli, hastaya tam destek sağlanmalıdır.
Diyabet - Şeker Hastalığı ve Obezite Şişmanlık
Obezite yani şişmanlık, vücuttaki yağ dokusunun fazlalığı ve kilo artışıdır. Obeziteyi belirleyen, genetik, çevresel etkenler, sosyoekonomik durum, metabolik hastalıklar, ilaçlar gibi birçok faktör vardır. Genelde hastaların eğilimi, daha çok bu faktörleri sorumlu tutmak yönünde olsa da; obezitenin en önemli nedeni, gereğinden fazla gıda alımıdır.
Günümüzde çalışma hayatının yoğun temposu, mutfağa ayrılan zamanın azalması, çabuk ve kolay hazırlanıp tüketilen yiyecekleri daha fazla hayatımıza katmıştır. Bu besinler de, sebze ve meyveden uzak, fazla miktarda şekerli, yağlı ve yüksek kalorili yiyecekler olup, özellikle çocukların ve gençlerin damak tadına daha hoş gelmektedir. Egzersizden uzak yaşantıyı benimseyip, en kısa mesafeler için bile araba kullanmak, özellikle bilgisayar ve televizyon karşısında geçirilen zamanlar da buna eklenince obezite kaçınılmaz olmaktadır.
Obezite yalnız estetik bir sorun olmayıp bir çok hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırır;
Tip 2 Diyabet, hipertansiyon, arteriosklerotik kalp hastalıkları, menstrial siklus bozuklukları, gebelik komplikasyonlarında artış, safra kesesi taşları, yağlı karaciğer, uyku apnesi, osteoartrit, depresyon bunlardan birkaçıdır.
Obezitenin belirlenmesinde önemli ölçüm, beden yağ oranıdır. Bu oran kadında, % 20-25; erkekte, % 15-18'dir. Ancak, bu ölçüm hassas olsa da uygulanması güç bir yöntemdir. Bu nedenle, daha kolay uygulanan Beden Kitle İndeksi ( BKİ ) kullanılır. BKİ, ağırlığın boyun karesine bölünmesi ile elde edilir. İdeal olan, 20-25 kg/m2 dir. 25-30 kg/m2, fazla kilolu; 30 kg/m2 üzeri, obez; 40 kg/m2 üzeri, morbid obez olarak tanımlanır.
Obezitede beden yağı artar demiştik. Bu yağın hangi bölgelerde dağılmış olduğu da önemlidir. Karın ve bel çevresinde artan yağ dokusu, diyabet riskini daha fazla arttırır. Tip 2 Diyabet ile obezite arasında çok yakın ilişki olup, Tip 2 Diyabet olan bireylerin % 80'i şişmandır. Obezite, insülin direncine neden olmakta, bu da diyabet oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Obezite aynı zamanda diyabet tedavisi ve kan şekeri kontrolünü de zorlaştırmaktadır. Kilo verme ve egzersiz ile kan şekeri kontrolü çok daha kolay olmakta, oral antidiyabetik ilaç dozları da obez hastalara göre belirgin olarak azalmaktadır.
Diyabet ve obezite arasındaki bu yakın ilişki düşünüldüğünde, erken alınacak önlemler ile sonuçların yüz güldürücü olacağı açıktır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, yaşam tarzı değişikliklerinin Bozulmuş Glikoz Toleransı' nın ( BGT ), Tip 2 Diyabet'e ilerlemesini engelleyebildiğini göstermiştir. Örneğin; Finnish Diabetes Prevention Study'de, kilo verme, yüksek posalı, düşük yağ içeren diyet ve artmış egzersizle, Bozulmuş Glikoz Toleransı olan ve aşırı kilolu kişilerde Tip 2 Diyabet'e gidiş % 58 oranında azalmıştır.
Obezite de, diyabet ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalık olarak düşünüldüğünde, tedavisi zor ve uzundur. Egzersiz, düşük kalorili diyet, psikolojik destek gibi çok sayıda komponenti olan obezite tedavisinden önce, obezitenin oluşumunu önlemek her zaman olduğu gibi daha önemlidir. Bu nedenle de bunun hayatın ilk yıllarından itibaren ele alınması gereken bir konu olduğu unutulmamalıdır. Çocukların beslenmesindeki bilinçsiz davranışlar, obezitenin temel taşlarını hazırlamaktadır. Çünkü çocuklukta yağ hücreleri ve adipöz doku kütlesindeki artış, obezite hazırlayıcısıdır. Obezlerde bu adipöz doku kütlesi, normal şahıslardan 5 kat fazladır. Bilindiği gibi diyet yapmak da yağ hücresi sayısını değil, boyutunu azaltır.
Beslenme alışkanlıkları, hareketsiz bir yaşam tarzı önümüzdeki yıllarda obezitenin daha da artan bir sıklıkla devam edeceğini göstermektedir. Ancak sevindirici olan, eskiden şişmanlık, sağlıklı olmanın göstergesiyken, günümüzde ciddi bir sağlık sorunu olarak görülmektedir. Bu konuya verilecek önem ve yapılacak eğitimlerle "Bir dirhem etin bin ayıp örtmediği" , hatta bir çok hastalığı da beraber getirdiği öğretilirse; başta diyabet olmak üzere bazı hastalıkların ortaya çıkması önlenebilir veya geciktirilebilir ve tedavileri kolaylaşabilir.
Diyabet ve Alkol
Alkol
Biz diyabetlilerde alkol alımının tamamen yasaklanmasını önermiyoruz. Bununla birlikte, alkolün etki mekanizmasını bilerek, kararında içmek, sarhoş oluncaya kadar içmemek önemlidir. Henüz kanunen alkol alacak yaşta değilseniz, alkol alıp almamanız konusunda son söz her zaman anne-babanızındır. Alkol satın alabileceğiniz yaş sınırı ülkeden ülkeye değişmektedir. Biz diyabet kliniğinde ne herhangi birşeyi yapmanıza izin vermek ne de yasak koymak durumundayız. Biz size sadece etki mekanizmalarını anlatarak özellikle nelerin farkında olmanız gerektiğini söyleyebiliriz.
Karaciğerde tıkanma
Alkol, karaciğerdeki enzimleri alkolün yıkılması ile meşgul ederek karaciğerin yeni glukoz üretimini (glukoneogenezis) etkisiz hale getirmektir. Karaciğer yine de glikojen depolarından glikoz açığa çıkabilir fakat depolar boşaldığında hipoglisemi ortaya çıkacak ve alkol alımından sonra kanda kortizon ve büyüme hormonu konsantrasyonu azalacaktır.
Her iki hormonun salınımından 3-4 saat sonra ortaya çıkan kandaki glukoz seviyesinin arttırıcı etkileri bulunmaktadır. Bu durum alkol alımından saatler sonra hipoglisemi riskinin artması riskini açıklamaktadır. Karaciğerin serbest yağ asitleri üretme yeteneği de azalacaktır. Bu biyolojik faktörlerin birlikteliği hipoglisemi riskinin alkol alımından sonra önemli ölçüde artmasına neden olur.
Alkolün karaciğerdeki glukoz üretimini bloke ettiği çok iyi bilinen bir gerçektir. Bu yemek yemeden önce bir kokteyl alınması geleneğini açıklamaktadır. Alkol karaciğeri bloke edecek, kan glukoz seviyesi hafif düşecek ve bu durum iştahın artmasına neden olacaktır. Diyabet hastalığında kan şekerinin çok düşük düzeylere düşme riski bulunmaktadır. Alkolün bu etkisi vücudunuzdaki alkolün karaciğerde parçalanması için geçen süre kadar devam eder.
Karaciğer, kg başına vücut ağırlığına göre, saatte 0.1 gr (1.5 grains) saf alkolü parçalamaktadır. Örneğin vücut ağırlığınız 70 kg (155 pound) ise, bir şişe az alkollü biradaki alkol bir saatte, 4 cl likörde 2 saatte ve bir şişe şarapta 10 saatte parçalanacaktır. Bu nedenle, eğer akşam alkol alırsanız, bütün gece ve kısmen ertesi gün hipoglisemi riskiniz olacaktır.
Diyabette alkollü olmak neden tehlikelidir?
Diyabetiniz varsa, insülininizi zamanında ve doğru dozda almak ve insülin eksikliği yada hipoglisemide kendinizi iyi hissetmediğinizi anlamanız gibi çoğu zamanda berrak düşünebilmeniz gereklidir. Eğer alkollü iseniz alkol aldıktan sonra güvenli olarak araba kullanamassınız. Alkol alımından sonra gelişen ağır hipogliseminin diyabetli gençlerde çlüme yol açtığı gçrülmüştür. Yakın zamanda yapılan çalışmalar, alkolün hipoglisemideki rolünün, karaciğerin glıkoz üretim yeteneğinin kısıtlanmasından daha çok hipogliseminin saptanabilirliğinin azalmış olmasıyla ilgili olduğunu göstermektedir.
Yapılan bir çalışmada yetişkin diyabetlilere yemekle birlikte 1 g/kg (34 grains/pound) vücut ağırlığına eş değer alkol (yemekle birlikte aperatif alkol 4 cl votka, ½ şişe şarap ve kahve ile birlikte 4 cl konyak) verilmiştir. Bir yetişkinde bu miktardaki alkolün yıkılması için yaklaşık 10 saat gerekmektedir. Bu yetişkinlerde kandaki alkol yoğunluğu en fazla yaklaşık ‰ 1 (22 mmol/L)'e ulaşmıştır. Ertesi sabah saat 10'a kadar yinelenen kan glukozu değerleri aynı kişilerin aynı miktarlarda maden suyu içtikleri kontrol günündeki ölçümlere yakın değerlerde bulunmuştur. Bu kişilerin hiç birinde hipoglisemi bulguları görülmemesine karşın açlık kan glukozu düzeyleri alkol alımından sonraki sabah yapılan ölçümlerden ortalama 0.7 mmol/L (13 mg/dL) daha düşüktü.
Temel kurallar
Alkol alırken her zaman bir şeyler yiyin. Ertesi günde hipoglisemi risk olacağından yediklerinizin " uzun etkili" karbonhidratlar olması gerektiğini hatırlayın. Şeker içeren alkollü içecekler (likör gibi) başlangıçta kısa bir süre kan glukoz düzeyinin yükselmesine daha sonra hipoglisemi riskinin ortaya çıkmasına neden olur. Bir kadeh biradaki karbonhidrat oranı yaklaşık bir bardak sütteki ile aynıdır.
Diyabetli bir yetişkin eğer aynı zamanda yemek yiyorsa ılımlı miktarlarda alkol alabilir. Yemekle birlikte alınan 1-2 kadeh şarap ya da 6-8 cl (1/5-1/4 sıvı ounce) likör ertesi geceki hipolisemi riskini artırmaz.
Aşırı miktarda alkol aldığınızda ne yapmalısınız?
Yatmadan önce fazladan bir şeyler yiyin. Bu durumda, birkaç saat süre boyunca kan glukozunun yavaş yükselmesini sağlayan patates kızartması (gevreği) yiyebilirsiniz. Yatmadan önceki kan glukoz düzeyi 10 mmol/L (180 mg/dL)' den daha az olmalıdır. Hipoglisemiden kaçınmak için gece yatmadan önceki insülin dozunu 2-4 ünite azaltın. Tek başınıza yatmayın - gece boyunca ciddi hipogliseminizin çıkması durumunda size yardımcı olacak birine ihtiyacınız olacaktır. Eğer eve çok geç gelirseniz anne veya babanızı durumunuzdan haberdar etmeyi ihmal etmeyin. Her ne kadar utandırıcı olsa da aslında bu sizin yaşam sigortanız olabilir. Ertesi sabah kalkar kalkmaz iyi bir kahvaltı etmeyi ihmal etmeyin. Alkol alınması halinde glukagonun kan glukozu düzeyini artırıcı etkisinin daha zayıf olacağını bilmek önemlidir. Bunun nedeni alkolün, glukaganun karaciğerdeki glukoz üretimini arttırıcı yeteneğini engellemesidir.
Diyabette Cinsellik , Diyabet ve Cinsel Yaşam
Erkekte cinsel aktivite nasıl gerçekleşir?
Erkekte testisler (yumurtalıklar) görevlerini yerine getirdiği zaman normal libido (cinsel arzu), cinsel aktivite vardır ve/veya kendiliğinden gün içinde veya gece sertleşme görülür. Ereksiyon (sertleşme) erkek cinsel organının kasları, sinirleri ve damarları arasındaki uyum sonucu gelişir. Diyabetli erkeklerde ereksiyon bozukluğuna neden olan iki ana faktör vardır: diyabetik damar ve sinir hastalıkları.
Erektil disfonksiyon ne anlama gelmektedir?
Erkek cinsil organında (penis) ereksiyon olmaması veya olan ereksiyonun korunamaması durumuna erektil disfonksiyon denir. Erektil disfonksiyon gelişmekte olan diyabetin habercisi olabilir.
Diyabet erkekte nasıl erektil disfonksiyona sebep olur?
Diyabet beyinden çıkan sinyallerin erkek cinsel organına ulaşmasını etkiler ve ereksiyon için gerekli kan akımını kontrol eden sinirlerin görevini bozar.
Erektil disfonksiyon neden önemli bir durumdur?
Erektil disfonksiyon diyabetli erkeklerin %50-70'inde görülür. 20-29 yaş aralığında %9 iken 70 yaşında %95'e yükselmektedir. Diyabet tanısı konduktan sonra ilk on yıl içinde erkeklerde açık olarak erektil disfonksiyon gelişir. Erektil disfonksiyon diyabetlide damar sertliği varlığının bir göstergesi ve hatta kalp krizi riskinin belirleyicisi olabilir.
Erektil disfonksiyon değerlendirilmesi nasıl olmalıdır?
Erektil disfonksiyonu bulunan erkek ilk muayenesine eğer mümkünse eşiyle birlikte alınmalıdır. Böylelikle eşlerin ilişkisi ve bu bozukluğun düzelmesi halinde bu ilişkiyi nasıl katkıda bulunabileceğinin değerlendirilmesi yapılabilir.
Erektil disfonksiyon için hekime başvuran hastada sırasıyla aşağıdaki değerlendirme yapılmalıdır:
1. Öykü, özellikle tıbbi ve cinsel özgeçmiş
2. Fizik muayene ve pisikolojik değerlendirme
3. Hemoglobin A1c, testosteron, prolaktin ve tiroid fonksiyon testleri
4. Gece ereksiyon testleri (uykuda ereksiyon olmaması fiziksel bir nedenin varlığına işarat eder)
5. Sinir sistemini ve damarları değerlendiren testler
Gerçek neden nedir?
Erektil disfonksiyonu bulunan erkeklerin en önemli sorununu onlar için mahrem bir konuyu herkese açamamaları, doğru ve yeterli hikayeyi verememeleri oluşturmaktadır. Böyle bir yaklaşım doktoru doğru teşhisten uzaklaştırmaktadır. Ne tür bir problemin olduğunu belirlemek işin püf noktasıdır. Sorun kısmi sertleşme kaybı mı yoksa hiç sertleşme kaybı mı yoksa hiç sertleşme olmaması mıdır? Diyabetteki doğal seyir yavaş ilerleyen ve genellikle yıllar sonra tam bir kayıpla sonlanan bir ereksiyon bozukluğudur. Libido, yani cinsel arzu kaybı genelde yoktur. Psikojenik erektil disfonksiyonda olduğu gibi kayıp ani değildir; sabah, gece ve refleks ereksiyonlar kaybolmuştur ve zamanla ağırlaşan bir tablo çizilir.
Erektil disfonksiyonu olan diyabetli erkeklar için tedavi seçenekleri nelerdir?
Erektil disfonksiyonu olan diyabetli erkekler için üç belli başlı tedavi seçeneği bulunmaktadır:
1. Erektil disfonksiyona neden olabilecek ilaçların kesilmesi ve/veya psikolojik destek
2. İlaç tedavisi
3. Cerrahi tedavi
1. Herhangi bir tedaviye başlamadan önce erektil disfonksiyona neden olacak her türlü ilacı kesmek gerekmektedir. Sigara ve alkol bunların başında gelmektedir. Bazı tansiyon ilaçları, merkezi sinir sistemi üzerine etki yapan ve hormonal dengeyi bozan ilaçlar erektil disfonksiyondan sorumlu tutulabilir. Depresyon diyabetlilerde sık rastlanan bir hastalıktır ve psikojenik destek tedavisi veya ilaç tedavisi kişinin cinsel performansını arttırabilir.
2. Transuretral (penis içine) yerleştirme ile veya kendi kendine penise enjeksiyon yaparak ilaç verme uygulamaları yanısıra bugün ağızdan alınan, sildenafil denen bir maddeyi içeren ilaç kullanıma girmiştir. Hayati yan etki taşıma riski sebebiyle hiç bir ilaç doktor tavsiyesi dışında alınmamalı ve uygulanmamalıdır. İlaçların etki etmediği durumlarda vaküm yaratarak penisin kanla dolmasını sağlayıp ereksiyon sağlayan araçlar kullanılabilir.
3. İlaç tedavisi başarısız olanlarda penis protezi uygulanabilir. Genel anestezi altında cerrahi işlem gerektirir. Protezin çalışmaması, enfeksiyon ve erozyon sıklıkla karşılaşılan problemlerdir ve protezin çıkarılmasıyla sonuçlanır. Vaküm tedavisi ve diğer ilaç tedavilerinin varlığında protez uygulaması pek başvurulan bir tedavi şekli değildir. Bir diğer cerrahi girişim ise genç, diyabeti yeni ortaya çıkmış ve ileri derecede bölgesel damar tıkanıklığı olanlarda revaskülarizasyon (yeniden damarlandırma) tedavisidir.
Diyabetli kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu neden gelişir?
Diyabetli kadınlarda cinsel fonksiyon bozukluğu sık görülen bir durumdur. Erkeklerde olduğu gibi onlar da bu problemlerini hekimlere açmaktan çekinirler ve çoğu zaman da kadındaki bu bozukluk ruhsal durumundaki dalgalanmalar, vajinit belirtileri ile karışabilmektedir. Kadınlarda depresyon erkeklerden daha fazla görülür ve bu da cinsel fonksiyon bozukluğunun bir sebebidir ve tedavi edilmelidir. Vajinal enfeksiyon cinsel fonksiyon bozukluğuna neden olur. Sistit ise cinsel birleşme sırasında rahatsızlık kaynağıdır. Pre-menstrual sendrom sırasında kan şekeri ayarında bozuklukların olması bu dönemde cinsel fonksiyon bozukluğuna sebep olabilir. Kadın diyabetlilerin kullandığı tansiyon ilaçları gözden geçirilmelidir. Menopoz döneminde hormon tedavisi görmeyen kadınlarda cinsel arzu kaybı görülecektir.
Cinsel fonksiyon bozukluğu olan kadında değerlendirme nasıl yapılmalıdır?
1. Öykü, özellikle tıbbi ve cinsel özgeçmiş
2. Fizik muayene ve pisikolojik değerlendirme
3. Hemoglobin A1c, tiroid fonksiyon testleri
Diyabet ve Hipertansiyon
Diabetes Mellitus’ un en önemli makrovasküler komplikasyonu (büyük damar hasarı) koroner kalp hastalığıdır. Diyabetik bireylerde koroner kalp hastalığı oranı, diyabetik olmayan bireylere kıyasla oldukça yüksektir (% 2-5’ e karşılık % 40-50’ lere varan değerler).
Kalp damar hastalıkları özellikle kadınlarda olmak üzere her iki cinste de önde gelen ölüm nedeni olup; kadınlarda 2, erkeklerde 4 kat daha sık görülmektedir. Diyabetik olguların en önemli hastalık ve ölüm nedeni yine kalp damar hastalıklarıdır. Diğer bir ifade ile, söz konusu hastaların büyük çoğunluğu kalp damar hastalıkları nedeni ile hastaneye yatmakta ve yine büyük çoğunluğu aynı nedenle hayatını kaybetmektedir. Son yıllarda yayınlanan kardiyoloji kılavuzlarında Diabetes Mellitus koroner kalp hastalığı eşdeğeri kabul edilmektedir.
Diyabetik bireylerde mevcut çeşitli koroner kalp hastalığı risk faktörlerinden dislipidemi (kan yağlarının nitelik ve / veya niceliksel bozukluğu) ve hipertansiyon geri dönüşümlü risk faktörleridir. Diyabet hastalarında hipertansiyon varlığı koroner kalp hastalığı riskini 3, dislipidemi varlığı ise 4 kat arttırır.
Epidemiyolojik çalışmalar diyabetik olgularda hipertansiyon sıklığının diabetik olmayanlara göre yaklaşık 2 kat yüksek olduğunu göstermektedir. Tip II Diabetes Mellitus (insüline bağımlı olmayan diabet) hastalarının % 60-70’i hipertansiftir. Tip 1 Diabetes Mellitus (insüline bağımlı diabet) olgularında hipertansiyon sıklığı tip II diyabetiklerden farklı olup, bu bireylerde hipertansiyon böbrek hastalığının ortaya çıkışı ve ilerlemesi ile paralellik gösterir. 20-30 yıllık diabet öyküleri olan tip 1 diyabetiklerde bu oran yaklaşık % 50’dir.
Diyabet genellikle hipertansiyon ve obezite ile birliktelik göstermektedir. Diyabet ve hipertansiyon birlikteliğinde hedef organ hasarı belirgin olarak artar. Tip II diyabet veya glukoz intoleransı (gizli şeker), hipertansiyon, dislipidemi, insülin direnci, insülin yüksekliği ve santral obezite (elma tipi şişmanlık) ile karakterize bir durum tarif edilmiştir. En yaygın kullanılan adı ile Metabolik Sendrom X denen bu sendromun parametreleri koroner kalp hastalığı için risk faktörüdür.
Diyabet olgularında görülen hipertansiyon kalp damar hastalığı riskini 3 kat arttırır. Bu ölümcül ikili; ani kalp kaynaklı ölüm, koroner kalp hastalığı, kalp yetmezliği, serebrovasküler hastalık (inme vs.) ve yaygın damar hastalığı ile sonuçlanabilir. Diğer yandan diabetik nefropati ( diabet kaynaklı böbrek hasarı) ve diyabetik retinopati (diabet kaynaklı gözdibi hasarı) ile sonuçlanan mikrovasküler komplikasyonlar (küçük damar hasarı) da ayrıca hastalık hali ve ölüm oranlarının artmasına katkıda bulunur.
Başta İngiltere’de yürütülmüş olan UKPDS çalışması olmak üzere yapılan pek çok çalışma bize, diyabet hastalarında kan şekerini düşürmenin kalp damar hastalıklarını önlemede tek başına yeterli olmayacağını, hipertansiyon ve dislipidemi başta olmak üzere diğer risk faktörlerinin de düzeltilmesi gerektiğini göstermiştir.
Hedeflenen kan basıncı düzeyi diyabetik olgularda 130 / 80 mmHg’nin altıdır. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta , antihipertansif tedavinin amacının sadece kan basıncını düşürmek değil toplam kalp damar hastalığı riskini azaltmak olduğudur. Kan basıncının normal hedeflere ulaşması kalp damar hastalıkları riskini belirgin olarak azaltır. Buna ek olarak özellikle ACE I ve A2RB blokerleri (renin - angiotensin sitemini bloke eden ilaçlar) kan basıncını düşürücü etkilerine ilaveten, bu etkilerinden bağımsız olarak kalp damar hastalıkları riskini de azaltmaktadır. Yine söz konusu gruba dahil ilaçlar renoprotektif (böbrek koruyucu) etki bakımından diğer gruplara kıyasla daha üstündürler.
Özetle; diyabet hastalarında temel yaklaşım kan basıncını hedef düzeylere getirmektir. Hedef kan basıncı değerlerine ulaşmak için ise hastaların büyük kısmında birden fazla ilaç kullanımına (ilaç kombinasyonuna) ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gün için güncel yaklaşım; ilaç seçiminde renin-angiotensin sitemini bloke eden ilaçları öncelikli olarak tercih etmektir. Tedaviye bu grup ilaçlardan biri ile başlayıp kombinasyona ihtiyaç duyulduğunda diğer bir anti hipertansif eklenmesi uygun görülmektedir